Ğavsul Azam Seyyid Ahmed Er Rufai Hazretlerinin Tarikate İntisap Etme ve Yetişme Tarzları

Tarikat sahibi efendimiz Seyyid Ahmed er-Rifai hazretleri, mübarek hırkayı şeyh Ali el-Vasıti el-Kureşi hazretlerinden alıp giydi ve yüce tarikat edeplerini ondan öğrendi. Onun tarikat zincirı ise şöyledir Şeyh Ebu’l-Fazl b. Kamih, Hz. Gulâm b. Türkân, Hz. İmam Ali Ruzbari, Hz. Ali el-A’cemi, Hz şeyh Ebû Bekr eş-Şibli, Hz. imam Cüneyd-i Bağdadi, Hz. Seri es- Sakati, Hz. Ma’rûf Kerhi, Hz. Dâvud el-Mistāni, Hz. Habib el-Acemi, Hz. Imam Hasan el-Basri. O da Hz. Fâtıma Betül’ün eşi Peygamber’in amca oğlu efendimiz Müminlerin emiri İmam Ali b. Ebi Talib‘den aldı. O da degerlı amca oğlu, yaratılmışların efendisı, bütün peygamberlerin ve resullerin imamı, Seyyidimiz Muhammed (s.a.v.) Efendimiz hazretlerinden almıştır.

Onun bir başka tarikat silsilesi ise şöyledir Beyazımsı doğan lakaplı seyyid şeyh Mansur el-Batâyihi er-Rabbani (ra. )dan, o da şeyh Ebu’l-Mansur et-Tayyib’den, amca oğlu şeyh Ebû Said Yahya en-Neccârî ‘den, şeyh Ebû Ali Tirmizi den, şeyh Ebu’l-Kasım es-Sündûsî el-Kebir‘den, şeyh Ebû Muhammed Ruveym el-Bağdadi’den, şeyh Ebu’l-Kasım el-Cüneyd Bağdadi den, şeyh Serî es-Sakatî‘den, şeyh Ma’rûf el-Kerhî‘den, İmam Ali b. Mûsá er-Rıza‘dan, babaları İmam Mûsā Kâzım‘dan, babaları İmam Muhammed Bakır’dan, babaları İmam Zeyneläbidîn‘den, babaları şehit torun efendimiz İmam Hüseyin hazretlerınden, kendileri de babaları İmam ve Müminlerin emiri, Allah’ın arslanı Ali b. Ebi Tâlib (Allah onun yüzünü mübarek kılsın, Allah onlardan ve onların hepsinden râzı olsun!) hazretlerinden, kendileride yüce amcalarının oğulları, Hakk’ın sevgilisi, ve halkın yaratılış sebebi, (s. a. v) Efendimiz hazretlerinden almışlardır. Efendimiz hazretleri de: (Beni Rabbim yetiştirip terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı!) buyurmuşlardır.

Büyük Pir-i destgîr (r.a.) hazretlerinin temiz ahlâkı ve beğenilen hal ve davranışları

Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz hazretlerinin güzel ahlâk hakkında birçok hadis-i şerifleri vardır. Bunlardan birkaçını, feyz ve bereketine inanarak yazıyoruz: حُسْنُ الْخُلْقِ خُلق الله الأعظمُ “Güzel huy Cenâb-ı Hakk’ın huyudur.” حُسْنُ الْخُلُقِ نَصْفُ الدين “Guzel huy dinin yarısıdır.” خِيارُكُمْ أَحَاسِئُكُمْ خُلقاً “Sizin iyileriniz, güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır.” خَيْرُ النَّاسِ أَحْسَنُهُمْ خُلقاً “İnsanların hayırlısı, ahlakı güzel olandır.” خَيْرُكُمْ إسلاماً أحاسِئُكُمْ أخلاقاً “İslâmca iyi olanınız, ahlakça güzel olanınızdır” الْخَلْقُ الْحَسَنُ يُذيبُ الْخَطايا كما يُذِيبُ الْمَاءُ الْجَلِيدَ وَالْخُلُقُ السُّوءُ يُفْسِدُ ” . العَمَلَ كَمَا يُفْسِدُ الْخَلُّ الْعَسَلَ “Güzel ahlak suyun buzu erittiği gibi, hataları eritir; kötü huy ise, sirkenin balı bozduğu gibi, ameli bozar.” خَصَّلْنَانِ لَا يَجْتَمَعَانِ فِي مُؤْمِنٍ الْبَخْلُ وَالسُّوءُ الْخَلْقِ Iman sahibi kimsede iki özellik bir arada bulunmaz; bunlar cimrilik ve kötü huydur.”

İşte Hz. Peygamber’in bu sözleri gösteriyor ki, insanların seviyesi ve mertebelerinin yüksekliği, ahlâkı ile anlaşılır. Seviye farklılığı ahlâk farklılığından doğar. Bu kural Kur’ân-ı Kerîm’in ve peygamberlerin Efendisinin (s.a.v.) sözüyle desteklenmiştir.

İbn Celâl (r.a.) Celâü’s-Sadâ adlı kitabında Hz. Pir’den bahsederken şöyle diyor: “Onunla birlikte yaşamak güzel, geçimi kolay ve sade, gönlü zengin, yumuşak huylu, sır saklar; sözünde vefalı, müslümanlar için çok dua eder; rahat, yumuşak tavırlı, zulmedeni bağışlar, ihvânının kötülüklerini bağışlayıp örter, açı doyurur, çıplağı giydirir. Hastanın halini sorar. Cenâze merasimine katılır; yoksullarla oturur, onlarla birlikte yemek yer; eziyete katlanır, düşmana nasihat eder, karşılaştığı kimseye selâm verir. Tekkeyi ve mescidi kendisi süpürürdü. İnsanların sevinciyle sevinir, üzüntüleriyle üzülür. Birine hitap edeceği vakit büyük olsun küçük olsun herkese “Efendim” diye hitap eder. Hoşuna giden bir şey olursa tebessüm eder. Korku häli ferah halinden fazla olup, korkusundan dolayı nefesinden yanık ciğer kokusu gelirdi. Yolda yürürken sağa sola değil önüne bakar. Körleri eliyle tutup onlara yol gösterir ve onlardan duä isterdi. Yoksulların kapılarına gidip onlara yemek getirir. Geceleyin omuzunda kırba yola çıkar, herkes uyurken onu doldurup dulların ve yoksulların evlerine su götürür. Gücü yetmeyenlere ve hasta olanlara gider, hizmetlerinde bulunur, evlerine yemek götürür, elbiselerini yıkar, onlarla birlikte yemek yer, onlardan kendisi için ve insanlar için dua isterdi. Yetim için şefkatli baba, dullar için geçimi iyi bir eş gibi idi. Bir sözü söylemeden önce tartar, eğer onda iyilik görürse söyler, aksi halde vazgeçerdi. Allah’a kulluk dışında kaybolan her nefes kendisine sıkıntı verirdi. Hiçbir konuda aşırı gitmezdi. Boş şeylerle uğraşan kimse için: “Yazık, kendine zenginlik verecek şeyi elden kaçırıyor!” der ve şu beyti okurlardı:

“Ey nefesleri sayılı olan, elbette bir gün gelir, bu sayılar son bulur, biter.”

Vaktinin çoğunu esefle, üzüntüyle geçirir ve ömründen az şey kaldığını söylerdi. Namaz vakti girince dünya ile ilgili hiçbir şeyle meşgul olmazdı. Bir keresinde su istemişti. O sırada ezan okunmaya başladı. Derhal suyu bırakıp: “Hakk’ınki hazır oldu, nefsinki bâtıl oldu” dedi. Namaza durduğu vakit rengi sararırdı. Sabah namazını kılınca, güneş doğuncaya kadar yerinde otururdu. Göz yaşları bol, acıları çok, ağlaması uzun, sevinci az idi. Ve arada bir şu beyti okurlardı:

والله لَوْ عَلِمَتْ رُوحِي بِمَا عَلِقَتْ قامَتْ عَلَى رَأْسِهَا فَضْلًا عَنِ الْقَدَمِ

[Yani]: “Rûhum kim ile ilgili olduğunu bileydi, sevincinden ve saygısından ayakta duracağına başı üzere dururdu.”

Her namazın arkasında “Ayetel-Kürsi” ve yolda giderken çok Fâtiha okurdu. Dâima abdestli bulunur, buna devam etmeyi emrederdi. Bir mescit önünden geçerse, girer ve namaz kılardı.

Bir gün sokakta çocukların birbiriyle kavga ettiklerini gördü, onları ayırdıktan sonra birine sordu: “Oğlum kimin evlådısın?” Çocuk: “Sana ne!” deyince: “Doğru söyledin, oğlum beni terbiye ettin, Cenâb-ı Hak da sana iyilikler versin!” dedi.

Kendisine verilen hediye, bir kuru hurma da olsa küçümsemez ve hor görmezdi. El sıkışmak isteyen olursa elini geri çekmezdi. Fukarâdan/dervişlerden bir kimseyi kendi işinde kullanmazdı. Meclislerinde dünyaya âit söz konuşulmazdı. Oturup kalkarken Allah’ı anarak oturur kalkardı. Cemâatten bir derviş eksik olsa, onu sorar, hasta ise ziyaret eder, yâhut birisini gönderirdi. Eğer ihtiyaç hâlinden dolayı gelememişse, ihtiyacını halleder, yardımlarda bulunurdu. İhvanla birlikte yemeyi severdi. Yemek yeneceği zaman dervişlere: “Allah’a ibadet etmeye güç yetirmek için yemek yemeğe niyet etmek gerektiğini” hatırlatırdı. Yanık ekmek yemez ve elini ekmeğe silmezdi. Tokluğu yasaklardı. “Tokluk feläket sebebidir” der idi. Suyu üç nefeste içerdi.

Yerde bir ekmek parçası görse, Allah’ın adı yazılı bir şey için nasıl özen gösterirse, öyle özen gösterirdi. Dünyâda ihtiyatlı olmayı ve azla yetinmeyi emrederdi. Yamalı hırka giyerdi. “Gece tesbih ve zikirleri, maîşet kazanmaktan daha faziletlidir” der, geceleyin kalkıp ibadet etmeyi teşvik ederdi. Hasta ziyaretini tavsiye ederdi. Dervişleri abdest ve namazda vesveseye düşmekten sakındırırdı. Hamama girmeyi sevmezdi. Kazanmaya gücü olduğu halde dilenmeyi çirkin görürdü. Birinin yalan söyleyebileceğine ihtimal vermezdi. Yoksulları, zenginlere bakmaktan alıkoyardı; “Bu, kalbi sıkar ve perdeler” derdi. Doyduktan sonra yemeyi, lüzumsuz söz söylemeyi, zālimler ile arkadaşlığı ve onlara itibar göstermeyi ve yardım etmeyi yasaklardı. “Bu hal kalbi karartır ve Cenab-ı Hakk’ı öfkelendirir” der idi. Hurma ağacının dibine düşeni sahibinin izni olmadan almayı yasaklardı.

Yaşlı bir müslüman şahsı görse elini öper ve onu ağırlar, tam bir alçak gönüllülükle duasını talep ederdi. Eğer o ihtiyar kimse kabul ederse birlikte birkaç adım yürürdü. Bazan da: “Cenab-ı Hak bu yaşlı kimseyi şereflendirdi, onun ibadeti Hak katında makbuldür” der idi. Bir genç görse elini öper, ona sokulur ve: “Benim için dua et, çünkü sen tövbekår bir gençsin” der idi. Bir çocuk görse onu öper ve ondan dua isterdi. “Ergenlik çağına girinceye kadar müslüman çocuklar üzerine melekler hatā yazmazlar” der idi. Birisi, zālimler için dua istese şu şekilde dua buyururdu: اللَّهُمُ أَصْلِحُهُمْ وَأَرْشِدْهُمْ وَالْهِمْهُمْ طَاعَنكَ وَذَكْرَكَ وَوَفَقْهُمْ لِما تُحِبُّ وَتَرْضَى بِرَحْمَتِكَ يا أرحم الراحمين ]Yani]: “Ey Allah’ım onları ıslah et, onlara doğru yolu göster; onlara sana ibadet etmeyi ve seni anmayı ilham et; sevdiğin ve râzı olduğun şeylerde onlara rahmetinle yardım eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi!”

Ümmü’l-Beráhin isimli kitapta Hz. Pir (r.a.) hakkında şöyle denilmektedir: “Sözü doğru, aşırı isteklerden temizlenmiş, sabrı şikâyetsiz, takvāsı hâlis, açlığı ibadet, tokluğu kanaat idi. Eğer eline bir şey geçmezse sabreder, fütûhat/ ilähi lütuf ve bağışlar olursa bol bol verir. Råhat nedir bilmez, istirahatı düşünmez, orucu ve namazı çok, uykusu azdı. Bütün işi nefsini düzeltmek ve kötü sözden dilini korumak idi. Hoşnutluk hırkasını giymiş, kază ve kaderin acısına sabırla göğüs germişti. Yemesi bir hastanınki kadar; içtiği, suya batmış kimsenin içebileceğinden ibåret idi. İnsanlara eliyle, diliyle, mal ve sözüyle, işleri ve comertliği ile faydalı olurdu. O gönül temizliği kadehinden içmiş, sırları bulanıklık ve sıkıntıdan arınmış ve takvā sahiplerinin gömleğine bürünmüş idi.”

“Her kim Cenâb-ı Hakk’a karşı takvâ/çekinme ile iş yapar ve yalnızken de ondan korkarsa, Cenâb-ı Hak o kimseye öyle lezzetli bir safa kadehi sunar ki, o kadeh ona dünya lezzetine ihtiyaç hissetirmez.”

Bir yanıt yazın